BES Başkanı Bedricioğlu: “KESK’i kamu emekçileri arasında umut haline getiren çizgisi siyasi bağımsızlığı ve sendika siyaset ilişkisinde tutarlılığı olmuştur. Tabiri caiz ise KESK fabrika ayarlarına geri dönmelidir”

Yunus YANIK
AKP iktidara geldiği günden beri emek hareketine yönelik ciddi bir müdahale içerisinde. Son dönemde kamu emekçileri içerisinde hareketin çıkmazlarına yönelik önemli tartışmalar yürütülüyor. Büro Emekçileri Sendikası Genel Başkanı Bahadır Bedricioğlu ile kamu emekçileri hareketinin çıkmazlarını ve nasıl bir mücadele yürütülmesi gerektiğine dair konuştuk.
20 yıllık AKP dönemini geride bıraktığımız bugünlerde kamu emekçileri hareketinin nasıl bir mücadele hattı geliştirmesi gerektiği, mevcut kamu emekçileri hareketinin çıkmazlarının neler olduğu üzerinde tartışmalar yapılmakta olduğu biliniyor. Büro Emekçileri Sendikası (BES) emek hareketinin krizinin çözümünü nasıl bir mücadele perspektifi ile ele almaktadır?
AKP döneminde emek hareketi baskı altına alındı, grevler yasaklandı, muhalif sendika yönetimlerine adeta darbe yapılarak yandaş yönetimlerle etkisiz hale getirildi. AKP iktidara geldiğinde 30-40 bin üyesi olan Memur Sen’in üye sayısı 1 milyonu geçti. Doğal olarak yandaş sendikaların siyasi iktidarın koltuk değneği haline getirildiği süreçte sendikalar itibar kaybetti, emekçi kitleler nezdinde inandırıcılığı kalmadı. Bizim açımızdan en büyük eksiklik, geçmiş mücadele deneyimlerimizi yeni kuşaklara aktaramamış olmamız.
Hatırladığım kadarıyla en son kitlelere malolan ve beraberinde örgütsel olarak büyümemizi sağlayan grev 2012 Mayıs ayında oldu.O tarihten bu yana en geniş kitleleri harekete geçirebildiğimiz bir eylem ortaya koyamadık. Devamındaki 10 yıl KESK ve bağlı sendikalarda geriye gidiş başladı. Geçmişe dair daha geniş değerlendirmeler yapmak mümkün ancak bu günün ihtiyacı sermaye için cennet, emekçiler için cehennem haline getirilen ülkemizde insanca bir yaşam için doğru talep ve zeminlerde nasıl mücadele edilmesi gerektiğidir. 90’lı yıllarda “çağdaş insan örgütlü insandır” şiarıyla başlattığımız örgütlenme ile grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı için yola çıktık, milyonları bu talep etrafında birleştirdik, önümüze çıkan/çıkarılan her engeli meşru ve fiili mücadele ile aştık.
Bugün ne yapmamız gerektiğine ilişkin sorunun cevabını o yıllardaki deneyimlerimizden çıkarmak mümkün. Tekrar Kamu Emekçileri nezdinde inandırıcı olmak, onların günlük olarak yaşadıkları sorunların çözümü ve geleceği dair umutlarının, beklentilerinin adresi olmak için öncelikle Kamu Emekçilerini mücadelenin bir parçası haline getirmek gerekiyor. Bunun zemini ise işyerlerinde ortaya koyacağımız çalışma tarzı ile mümkün.Hiçbir ayrım yapmadan emekçileri işyerlerinde bir araya getirebilmek, fiili olarak işyeri meclislerini oluşturmak ve emekçilerin söz, yetki, karar sahibi olduğu bir anlayışı hayata geçirmek gerekiyor. Bu tarzı 90’lı yıllarda hayata geçirdik; aksi takdirde 20 Aralık 1994 tarihinde yaptığımız greve 1,5 milyon Kamu Emekçisinin neredeyse tamamını katmamız mümkün olmazdı.
AKP, kamunun tasfiyesi, kuralsız çalışma rejiminin hayata geçirilmesi, laikliğin tüm kırıntılarının yok edilmesi, neo-liberal ekonomik programın hayata geçirilmesi konusunda, 12 Eylül döneminin hedeflerini hayata geçiren siyasal bir figür olarak tarihteki yerini aldı. KESK, 90’lı yıllarda sosyal devletin tasfiyesi, çalışma rejiminin değişimine kapı aralayan neo-liberal saldırılara, haklar yasalardan önce gelir şiarıyla karşı duruşu toplumsallaştırmaya çalışmış, o döneme öncülük eden meşru ve fiili mücadele anlayışını temel alan bakışa sahip olmuştur. Bu noktadan hareketle, emek hareketinin bugünün güncel görevleri ne olmalıdır?
Laiklik, tarihsel olarak emekçilerin en büyük kazanımlarından birisidir; dinin emekçilerin sömürülmesinde en etkin araçlardan birisi olması gerçek manada laik rejimlerin oluşturulduğu ülkelerde son buldu. Kamuculuk sosyal devletin olmazsa olmaz bir ilkesidir. Güvencesiz çalışma biçimlerinin AKP dönemi ile birlikte yaygınlaştırılması Kamu Emekçileri mücadelesini bölen, emekçileri birbirine yabancılaştıran bir süreci de beraberinde getirdi. AKP neoliberal politikaları uygulama konusunda çok başarılı oldu.Sosyolojik olarak bakıldığında AKP’yi destekleyen kesimlerin başında yoksullar geliyor.AKP burada milli ve dini değerleri çok etkili kullanıyor. Buradan çıkmamız için farklılıklarımızı değil, ortak sorunlarımızı öne çıkaran bir sendikal hattı inşa etmemiz gerekiyor.Kimlik kültür eksenli bir sendikal anlayışla sistemle bir hesaplaşma içine girmemiz mümkün olamayacağını süreç içerisinde gördük. Sendikalar düzen içi kurumlar olmakla birlikte temsil ettikleri kitlelerin talepleri doğrultusunda sistemin sınırlarını zorlayan halen en etkili mücadele araçları olmaya devam ediyor.
Geçmişte KESK özelleştirme karşıtı mücadele platformlarının, emek platformunun en etkili örgütü iken, dörtlü olarak ifade edilen DİSK, TMMOB ve TTB ile bile ortak iş yapamaz hale gelmiştir. Türkiye hızla 1989 bahar eylemleri olarak adlandırdığımız işçi direnişlerinin yaşandığı bir sürece doğru gidiyor. Mevcut rejimin mağduru olan kesimlerin tamamını mücadele ortaklaştıracak yeni araçlara ihtiyaç olduğu, sistemle hesaplaşmayı önümüze koymadıkça emekçilerin ve yoksul halkımızın taleplerini kazanıma dönüştüremeyeceğimiz ortada.
Kimi muhalif kesimler açısından AKP’nin ülkeyi demokratikleştireceği beklentisi geçmiş yıllarda en önemli açmazı oluşturdu. AKP’nin toplumu açlığa ve yoksulluğa mahkûm eden siyasal ve iktisadi yönelimleri konusunda cüretkar davranmasının geçmiş yıllarda AKP’ye karşı alınan hayırhah tutumlar nelerdir? Aynı politik hatalara düşme ihtimaline karşı emekçiler ne yapmalı?
Burada kırılma noktası 2010 referandumudur. O yıllarda ülkeyi Gülen cemaati ile birlikte yöneten AKP’nin sözde 12 Eylül Askeri Darbesi ile hesaplaşma ve demokratikleşme iddiası ile gündeme getirdiği Anayasa değişiklikleri, maalesef solun içerisindeki liberal unsurları peşine takmayı başarmıştır. “Yetmez ama evet” vakası olarak tarihe geçen tutum, sol içerisinde ciddi tartışmaları ve ayrışmaları da beraberinde getirirken, KESK açısından durum daha da vahimdir. KESK tarihi aynı zamanda sahte sendika yasası olarak ifade ettiğimiz saldırılara karşı direnişlerin tarihidir. 17-18 Mayıs 1995 tarihinde 150 bin kişiyle Kızılay meydanını işgal etmemiz, 4 Mart 1998 tarihli Kızılay direnişimiz, 2001 yılında sahte sendika yasası sürecinde ortaya koyduğumuz eylem ve etkinlikler ortada iken, 2010 referandumuna yetmez ama evetci bir KESK başkanı ile gittik. Yine KESK içerisinde kimi dinamiklerin siyaset indirgemeci bir anlayışla boykot eğilimini öne çıkararak Anayasa değişikliklerini örtülü destek vermesi, mücadele tarihimizin en ciddi kırılması oldu. Gelinen süreçte “memura toplu sözleşme hakkını Anayasa değişikliklerine biz eklettik” diye övünen Memur-Sen ve bu değişikliği açıktan veya örtülü olarak onaylayan KESK yönetimi, tarihte bir ironi olarak yerini aldı. Geçtiğimiz günlerde KESK’in düzenlediği toplu sözleşme paneline Memur-Sen yöneticisinin davet edilmesi de bu ironinin devamı oldu. KESK’iKamu Emekçileri arasında umut haline getiren çizgisi siyasi bağımsızlığı ve sendika siyaset ilişkisinde tutarlılığı olmuştur. Tabiri caiz ise KESK fabrika ayarlarına geri dönmelidir.
Düzen krizi ve rejim krizinin tüm toplumsal kesimleri etkisi altına alan, yoksullaşmaya, açlığa mahkum eden ekonomi politikaların, tüm toplumsal zenginliğimizin sermayeye peşkeş çeken tek adam rejiminin, toplumsal krize yol açtığı aşikârdır. Emek örgütleri bu gidişat karşısında emekten yana politikaların hayata geçirmeleri konusunda nasıl bir adım atmalıdır? BES olarak işyerlerinden başlayarak nasıl bir hattın atılması gerektiğini düşünüyorsunuz?
BES olarak bağlı bulunduğumuz 01 No’lu Büro, Bankacılık ve Sigortacılık Hizmet Kolunda şu anda51kamu kurumu bulunuyor. (Şu anda diyorum, çünkü bir akşam yayınlanan bir kararname ile bir kurum bağlı bulunduğu hizmet kolundan alınıp başka bir hizmet kolunadahil edilmiş olduğunu görebiliyorsunuz. Meteoroloji ve Aile Bakanlığı örneğinde olduğu gibi)Hazine ve Maliye Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu, İŞKUR,Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Adalet Bakanlığı başta olmak üzere Dış İşleri Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Yüksek Yargı organları örgütlü olduğumuz kimi kurumlar.
Kamu Emekçileriningeneline baktığımızda insanca yaşayabileceğimiz bir maaş talebi dışında, emekli yaşının düşürülmesi, emeklilikte gelir garantisi yani çalışırken elde ettiğimiz gelir kalemlerinin emekli maaşına yansıması, maaşlarımız üzerindeki vergi yükünün düşürülmesi, kamuda liyakatin sağlanması, mülakat sınavlarının kaldırılması, kamu hizmetlerinin parasız olması vb. talepler, işyerlerinde ortak talepler.İşkolumuzda irili ufaklı onlarca sendika var, sendikalardan daha fazla dernek örgütlenmeleri de göz önüne alında ciddi bir bölünme halinden bahsetmemiz mümkün. İşyeri odaklı çalışmalar ile Kamu Emekçilerini ortak talepler etrafında bir araya getirmek ve bunu sürekli kılmak gerekiyor. BES olarak uzun zamandır işyeri sorunlarını eksen alan bir mücadele hattını hayata geçirmeye çalışıyoruz ve işyeri eylemleri yapıyoruz.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında yaşananların Kamu Emekçileri üzerinde yarattığı korku iklimi azalsa da halen devam ediyor. İşyeri çalışmalarında ısrarlı olmaya devam edeceğiz, sonuçta sorunların mağdurlarını mücadelenin unsuru haline getiremediğimizde nihai kazanımların olmayacağını biliyoruz. Burada önemli olan, bir konuda büro işkolunda hizmet verdiğimiz toplumsal kesimlerle Büro Emekçilerinin taleplerini birleştirebilecek bir sendikal hattı ortaya koyabilmek. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nda örgütlüyüz; yıllardır adil bir vergi sistemi için mücadele ediyor, topluma bu konuda bir bilinç taşımaya çalışıyoruz. Aynı duyarlılığı bırakın toplumda, KESK’e bağlı sendikalarda ve işçi sendikalarında bile göremiyoruz. Tarihe bakıldığında birçok ülkede en büyük isyanların vergide adalet talebi ile ortaya çıktığını görüyoruz. Günümüze bakacak olursak vergilemede dolaylı vergilerin öne çıktığı, servet, kazanç ve gelirden alınan vergilerin payının her geçen yıl düştüğü bir gerçekle karşı karşıyayız. Gelir dağılımı eşitsizliğine de sebep olan bu işleyiş ülkemizde radikal bir vergi reformunun en acil taleplerden birisi olmasını gerekli kılıyor. Sosyal devlete gidecek yolda servet vergisi ve yurttaşlık geliri kavramlarının da ayrı bir başlıkta tartışılması ve mücadelede talep haline getirilmesi gerekiyor.
Neoliberal politikaların uygulanma sürecinde emekçilere en büyük darbe sosyal güvenlik alanında vuruldu. Özellikle Avrupa ülkelerinde genç nüfusun oranının düşmesi sonucunda emeklilik yaşının yükseltilmesini deveri kabul eden hükümetler, kamusal sosyal güvenliğin tasfiyesi yönünde adımlar atmaya başladı. Sağlık ve sosyal güvenliğin piyasaya açılması için bir dizi düzenleme yoluna gittiler. Özel sağlık sigortaları, tamamlayıcı sigortalar ve bireysel emeklilik sistemine teşvikler getirilirken, GSS ve emeklilik yaşının kademeli olarak 65’e çıkarılması ile emekçilerin kazanımlarına büyük bir darbe vuruldu. Tüm bunlar yaşanırken sendikalarınetkisiz kalması, tarihsel olarak bir özeleştiriyi gerekli kılıyor.
1999 yılında DSP, ANAP ve MHP’den oluşan Hükümetin sosyal güvenlik reformu adı altında yaptığı yasal düzenlemeye karşı emek örgütlerinin ortaya koyduğu kitlesel tepki, Marmara depremi ile kesintiye uğrarken, mevcut hükümet depremi fırsata çevirerek tasarıyı yasallaştırmıştır. Sendikalar depremzedelerle dayanışmaya koşarken, hükümetin ortaya koyduğu bu fırsatçılık ilk seçimlerde üç partinin de barajın altında kalmasında etkili olmuştur.
Sağlık ve sosyal güvenlik sistemine son darbe AKP iktidarı tarafından vurulmuştur. 2006 yılında yapılan ve 2008 yılında yürürlüğe giren 5510 sayılı Yasa ile Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası uygulamasına geçilmiş, emeklilik yaşında kadın ve erkek ayrımı ortadan kaldırılarak, kademeli olarak 65 yaşa geçilmiştir. 5510 sayılı Yasa ile emekçilerin kayıpları çok detaylı bir konu olmakla birlikte, 2008 sonrası çalışma hayatına adım atanlar için emekli maaş bağlanma oranının düştüğü, bunun yerine bireysel emeklilik sisteminin ikame edilmeye çalışıldığı bir sürece geçilmiştir. Burada kamuculuktan, birleşik mücadeleden bahsedeceksek, toplumsal dayanışmayı esas olan kamusal sağlık ve sosyal güvenlik sitemi için mücadele etmemiz gerekiyor. Biz BES olarak emeklilik yaşının düşürülmesi talebini gündeme getirmeye çalışsak da yalnız kalıyoruz. Emeklilikte yaşa takılanların talebi ile ek gösterge talepleri nihai olarak kamusal sosyal güvenlik sisteminin kurulması ile çözülebilecek taleplerdir.
TÜİK örgütlü olduğumuz kurumlardan birisi.Bu kurumda çalışan üyelerimiz, sahada topladıkları verilerin kurum yöneticileri tarafından manipüle edilmesinden yana dertli.
Türkiye İş Kurumu’nda çalışan üyelerimiz toplum yararına projelerde bile mevzuatlara uygun olarak başvuruları değerlendirip oluşturdukları listelerin yerine parti teşkilatlarından gelen listeleri onaylamak zorunda kaldıkları için dertli.
Çarpık yargı sisteminin yükünü çekmek zorunda kalan Yargı Emekçileri, her geçen gün işyükü altında ezilmeye devam ediyor. Vergi ve prim aflarının periyodik olarak çıkarılmasından Maliye ve SGK emekçileri dertli.
Gençlik ve Spor Bakanlığı’nda örgütlüyüz.Öğrenim kredisi borcu olan milyonlarca gencimizin borçlarının silinmesi, kredi yerine burs verilmesi talebini de gençlerimizle birlikte gündemde tutmaya çalışıyoruz.
Sonuç olarak 51 kurumda faaliyet yürütüyoruz.Her kuruma ilişkin benzer örnekler vermem mümkün.Genel olarak iş kolumuzda işe başlayan gençlerin geleceğe dair umutlarının yok edilmeye çalışıldığı iki yüz bin Büro Emekçisinin sorunlarının her geçen gün arttığı, taleplerimize kulakları tıkalı Bakan, Genel Müdür ve Başkanlarla çalışıyoruz. En temel mesele ise liyakat sisteminin yerlerde sürünüyor olması.
Aralık ayı içerisinde emek örgütlerinin sokağa çıkması, özellikle hizmet sektöründe yaşanan grevler ve direniş eğilimleri ve sağlık emekçilerinin iş bırakma eylemleri düşünüldüğünde bu gidişata rıza göstermeyen geniş toplumsal kesimlerin olduğu görülmektedir. Yangın yerine dönmüş bir ülkede emekçiler ve yoksul halk kesimleri lehine bir sonuç çıkarmak için atılacak adımlar neler olmalıdır? Birleşik mücadele zeminlerinin adımları nasıl inşa edilebilir?
Daha öncede ifade etmiştim. KESK geçmişte geniş platformlarda etkili bir güç olarak mücadele ederken, günümüzde kendisi ile sınırlı bir pratik izliyor. KESKAralık ayında dört bölge mitingi yaptı, kenara çekildi, Ocak ve Şubat aylarında ekonomik krizindaha da derinleşmesine rağmen. İlk defa maaş zamlarında yılın ilk ayında enflasyon farkı oluştu. TÜİK Türkiye’nin en büyük işvereni haline geldi, açıkladığı enflasyon rakamları kamu ve özel sektör tarafından maaş ve ücretlerin belirlenmesinde veri olarak alındığından hayati öneme sahip. Enflasyon oranlarının açıklandığı tarih toplu sözleşme süreçlerinden daha fazla önemsenir hale geldi. Tüm sendika ve DKÖ’lerinbu alana yoğunlaşması gerekiyor. Bu mesele birleşik mücadelenin bir unsuru haline getirilebilir.
Osmanlı tarihine bile bakıldığında büyük halk isyanları vergi uygulamalarına karşı ortaya çıkmış. Özellikle salgındöneminde şöyle veya böyle servet vergisi tartışılırken, Türkiye’de taahhütlü projeler ve son olarak kur korumalı mevduat yöntemi ile emekçilerden toplanan vergiler servet sahiplerine aktarılıyor. Büyük fotoğrafa bakmak gerekiyor, sonuçta ortada yaratılan bir gelir var, bu emek ve sermaye arasında paylaşılıyor.Dengeyi emekçiler
Çalışma hayatında emekçiler aleyhine çok önemli değişiklikler AKP eliyle hayata geçirildi. Bu değişimler örgütlenme çalışmalarını nasıl etkiledi? Siyasal iktidara yakın sendikal anlayışlar sendikal mücadele alanında nasıl bir etkiye sahip, bu etki alanını kırmanın yolları nelerdir? Emekçiler, talepleri nasıl somutlamalı ve ortaklaştırmalıdır?
20 yıllık AKP iktidarında birçok kazanımımız yok edildi.Örnek verecek olursak; aylık olarak aldığımız KDV iadesi önce yıllık hale getirildi sonrada asgari gider indirimi adı altında tasfiye edildi. Birçok kurumumuzda emekçilere bir ek gelir/iyileştirme olarak uygulanan fazla mesai uygulamaları sınırlandırıldı. İkramiye, vekalet ücreti ve tazminat adı altında ödenen kalemler kaldırıldı. Kamuda eşit işe eşit ücret iddiası ile çıkarılan 666 sayılıKHK ücret adaletsizliğini daha da derinleştirdi. Güvencesiz/sözleşmeli çalışma biçimleri halen artarak devam ediyor.
Çok geniş bir yelpazede her kurumun kendine özgü sorunları var. Genel olarak kurumlarımın açmış olduğu görevde yükselme sınavları sürecinde üyelerimizde istifa eğilimi artıyor.Bizzat Memur-Sen tarafından körüklenen istifalar Memur-Sen’in iktidara yakınlığı üzerinden çalışanlara yaptığı vaatler, tersten Memur-Sen’e üye kazandıran süreçlere dönüşüyor.Yandaş sendikanın etkisini kırmanın yolu; sürekli olarak işyerlerinde teşhir ve işyerlerinde örgütlülüğü artırmaktan geçiyor.Onlar için de denizin bittiği bir süreç yaşanıyor, artık mızrak çuvala sığmıyor.
Mevcut toplu sözleşme sistemi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte tamamen işlevini kaybetti. Aralık ayı enflasyon rakamlarının açıklandığı gün Erdoğan’ın toplu sözleşmede yılın ilk altı ayı için belirlenen %5 maaş zammına ilave olarak Memur-Sen’i bile devre dışı bırakarak, %2,5 ilave zam açıklaması, mevcut toplu sözleşme sisteminin bittiğinin ilanıdır. Artık her şey bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak söze kaldı.
“Ulufe Değil Toplu Sözleşme İstiyoruz” diye çıktığımız yolda tekrar ulufe dağıtılan süreçlere döndük. İki yılda bir yapılan toplu sözleşmelerden ziyade TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranları en azından reel kayıplarımızın azalmaması açısından önemli bir mücadele zemini.
Geçmişte olduğu gibi bugünde fiili toplu sözleşmeler için mücadele etmek zamanı. Açlık ve yoksulluk rakamlarını eksen alan bir mücadele, asgari ücret mücadelesi ile işçi ve Kamu Emekçilerin maaş ve ücret zammı süreçleri ortak bir şemsiye altında birleştirebilir.
Son olarak; insanca bir yaşam, güvenceli iş, güvenli bir gelecek talebi etrafında en geniş emek mücadelesi ortaklaştırılabilir.
Video haberler için YouTube kanalımıza abone olun